“At ahşap arabası” ifadesi kulağa nasıl geliyor? Tamamen bozuk. Bu laf salatasının düzgün hali “ahşap at arabası”. Peki, “yarış klasik arabası” ifadesi bozuk mu, düzgün mü? Tabii ki bozuk. Düzgün olması için “klasik yarış arabası” olması gerek. Bu iki ifade bozuk, çünkü Türkçede belirtisiz isim tamlamaları araya herhangi bir öge istemiyor.
Olgusal durum bu. Olgusal durum madem böyle; TRT’de, orada burada duyageldiğimiz ve acilen benimseyip titizlikle tekrarladığımız “devlet eski bakanı” gibi tuhaflıklar nereden çıktı?! Bu laf salataları, dil konusunda başımıza allame kesilmiş kimi insanlardan çıkıyor. Neymiş efendim, “eski devlet bakanı” denmezmiş çünkü bakana eski diyelim derken o arada devleti de haşa eskilikle itham etmiş olurmuşuz. Farkındaysanız kurcalanan tamlamalar; resmi makamlarla, statülerle ilgili “devlet eski bakanı, inşaat yüksek mühendisi vb.” ifadeler.
Yani politik ve toplumsal bir takım aşırı hassaslıkların güdümünde, bazılarının algıladığı bir anlam belirsizliğini gidermek için dile karışılıyor. Böylece hemen dile buyruluyor, kendisini eğip bükerek olmayacak şekillere girmesi isteniyor. Bence, kuralcı olmayan, dilin işleyişini olduğu şekliyle anlamaya çalışan nesnel bir alternatif tavır daha tercih edilebilir bir seçenek. Bu seçeneği savunmak için kuralcı tavrı yukarıdaki örnekler üzerinden biraz eleştirelim. Kuralcı tavır iki yanlış varsayımı benimsemiş gibi görünüyor: Bir, dilde anlam muğlaklığının elenebileceği fikri. İki, dilin bizim tasarruf alanımıza giren bir sistem olduğu sanısı. Bunları sırasıyla irdeleyelim.
Anlam muğlaklığını dert edinirsek, Pandora’nın kutusunu açmış oluruz çünkü anlam muğlaklığı dilin her yerinde görülen bir durum; biz bunun binde birini bile dilin orasını burasını bükerek halledemeyiz — kaldı ki gerek de yok. Örneğin, “yaşlı kadınlar ve erkekler” yazdığımızda yaşlı olan kim? Bu, yapısal anlam muğlaklığı denen türden bir olay. Sıfat birkaç ayrı öğeyi niteliyor olabilir; yapının özelliklerinden dolayı cümle tek başına kaldığında bir çıkarsama yapamıyoruz. Ya da “yazma” yazdığımızda yazmamamız mı söyleniyor, yoksa bir giysiden mi söz ediliyor? Sözcüğün kendisi çok anlamlı olduğu için anlam muğlaklığına yol açıyor.
Bu gibi durumlarda doğrudan yapının orasına burasına, ya da sözcüklere müdahale etmemize gerek yok, çünkü sorun teşkil eden ifadelerin yer aldığı bağlamlar her zaman olmasa da çoğu kez anlam muğlaklığını gidermeye yetiyor. “Yazma almak istiyorum.” cümlesindeki “yazma” ile “Duvara yazı yazma!” cümlesindeki “yazma”yı birbirine karıştırmamız imkânsız. Bağlamın anlam muğlaklığını gideremediği yerlerde de paniğe gerek yok çünkü yazar olarak bunu fark ettiğimizde ifademizi gözden geçirip muğlaklığı biz gideriyoruz. Ama dikkat edin, bunu yaparken dilin doğal işleyişini “devlet eski bakanı” ifadesinde olduğu gibi çarpıtarak değil, dilin bize tanıdığı imkanlar dahilinde kalarak hareket ediyoruz — bu konuya birazdan geçeceğiz.
Bu iki anlam muğlaklığı türü dünyanın her dilinde türlü çeşitli ilginç örneğe vücut veriyor; edebiyatçılar da dilin bu özelliğini bayıla bayıla kullanıyor. Kuramsal dilbilim çalışmalarında da başlı başına bir inceleme konusu. İnsan dilinin bu özelliğini mahir bir şekilde kullansak ve anlamaya çalışsak bizi fazlasıyla oyalar; yok etmeye çalışarak vakit kaybetmenin anlamı yok.Geçelim ikinci varsayıma: Dilin bizim tasarruf alanımıza giren, dolayısıyla da istediğimiz gibi kurcalayabileceğimiz bir sistem olduğu fikri naif bir sanı çünkü dil sisteminin büyük kısmı insan biyolojisinin hala anlamaya çalıştığımız bir parçası, erişimimize açık değil yani.
Dile müdahale edebileceğimiz fikri dilin toplumsal bir nesne olduğu inancıyla ilgili muhtemelen — malum dilin toplumsal uzlaşımla kurulduğu söylenir durur. Dilin toplumsal bir boyutu olduğu doğru, ama an be an işleyişi ağırlıklı olarak bir dil yazılımının beyindeki bir dil donanımı tarafından işletilmesi şeklinde. Yani dil aslında daha çok beyinsel, zihinsel bir nesne. Dil yazılımı beyne nasıl girdi, tam olarak ne içeriyor, nasıl işletiliyor vb. sorular üzerinde hummalı bilimsel çalışmalar yürütülüyor.
Dilin ne kadarının ne derece uzlaşımsal olduğu konusunu başka bir yazıya bırakalım, güncel bilimsel çalışmalar ışığında şunu demekle yetinelim: Dilin dikkate değer bir kısmının herhangi türden bir toplumsal uzlaşım ile belirlenmiş olması çok düşük bir ihtimal. Bu kısımlarıyla dil, daha çok biyolojik dünyanın bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Biyoloji yasalarına ne kadar müdahale edebilirsek dilin işleyişini belirleyen yasalara da o kadar karışabiliriz.
Bunu yapmaya kalkmak biraz şuna benziyor: Yüzyıllar önce astronomlar gezegenlerin yörüngelerini hesaplamayı başarınca bir şey fark etmişler: Yörüngeler dairesel değil elips şeklinde. Bugün bunun doğru bir gözlem olduğunu biliyoruz ama o zamanlar bir kısım astronom hemen karşı çıkmış buna: Elips “kusurlu” bir geometrik nesnedir; daire ise mükemmeldir. Gök cisimleri de mükemmel nesneler olduklarına göre – çünkü gökler Yaratıcı ile bağlantılı – yörüngeleri elips şeklinde değil dairesel olmalı. Bu görüşlerin tamamı bu muteriz astronomların hüsnükuruntusu tabii ki. Ama bu onları tabiri caizse Jüpiter’in yörüngesine karışmaktan alıkoymamış! Adamlar koca Jüpiter’e “Öyle dönülmez, böyle dön!” der gibi. Komik! Dile dil uzatıp bu hallere düşmekten kaçınmak gerek.
Yazıyı bağlayalım. Dil muhtelemen toplumsal ve politik dünyadan çok doğal dünyanın bir parçası ve onu biz kurmadık. Sanki biz kurmuşuz gibi, kusurlu gördüğümüz taraflarına bilip bilmeden müdahale etmek, doğaya ekolojik dengeleri altüst eden bazı müdahaleler yapmaktan çok da farklı değil. Ama şükür ki dile yaptığımız müdahaleler sadece komik kalıyor; sadece konuşmamızı biraz zorlaştırıyor.
Çok merak ediyorum; bir devlet bakanımız bir G20 zirvesinden dışlansa, “dünkü G20 zirvesinden dışlanan devlet bakanı” diyemeyecek miyiz? “Devlet eski bakanı” gibi incileri üretenler bile, devlete yakışıksız şeyler söyler gibi olmamak adına, vicdanları ve de dil duyargaları sızlamadan “devlet dünkü G20 zirvesinden dışlanan bakanı” diyebilecekler mi?! Dilin kendi doğal hali başlı başına hayranlık uyandırıcı bir “tasarım harikası”; içinde anladığımız anlamadığımız bir yığın ilginç olay var. Bunları nesnel bir şekilde inceleyip anlamaya çalışmak bir entelektüel için, dilini oraya buraya büküp iyi konuştuğunu sanmaktan çok daha iyi bir uğraş kanımca.